Cumartesi, Aralık 30, 2006

Sonun başlangıcı.

Bir anda içinde oluşuveren sevinci dörtnala kucaklayan acıkmış yüreklerin, yoğun hezeyan sonrası süphelere ve kuruntulara gömülüverişini yazmanın zorluğunu, ancak hissedenin bilebileceği bir yorgunluktu bu. Acabalara beklenen cevapların gelmeyeceği inancıyla üflediğinde dağılıveren çocukluğumun şeytan tüylerine uzanıyorum. Ataraksiya nöbetlerine, torpilli bir ara vermiş gibi hayata yeniden tutunur olmanın, tadını çıkarıyormuş gibi yapmanın fayda getirmediği güneşsiz verimsiz günlerin, soğuk uzak ve ıssız gecelerden medet umarak pişman teslim oluşunun da sıkıntısı. Lakin Mfö Fuat da bu kadar güzel söylemeseydi “vurgun yedim” i, ben gene de severdim onu, seviyordum da. Havalanan son uçağı da kaçırmaları ve işe geç kalmaları kabuslarına taceden, kimsenin tanımadığı bir şehirde, inadına yabancı kalmaya gayret eden bir zihnin çırpınışına sahne olurdu bu takvim günleri bir bir. Anlaşılmakta güçlük çekilmesi, acı duyulması ve hırsla okunmaya ısrar edilmesi için kelimelerin sıkıştırılıp hiç boşluk kalmayana kadar yanyana dizilmesi konulu bir ev ödevini yaparken, aklı gargamelin çığlıklarında ve şirinenin o dalgalı uzun saçlarına takılıp kalmış küçük bir kız çocuğuna dönüşülür bu son günlerde. Ya o şehirlerarası benzin istasyonlarında, dinlenilip çay içilecek mermer zeminli sigara kokan kahvelere komşu bir dünya çeşit gerekli gereksiz şey satan dükkanın camında duran oyuncak ayıcıkların en büyüğü? O kız çocuğunun ona rastlayıp annesinin elini çekiştirerek eve götürmeye iknasına rağmen, ayıcığın yüzünde yanlızlık, masumiyet fakat o kirli dukkan camına alışmışlık yörüngesinde dolanıp duran memnuniyet ifadesini kimse, değil büyükler, çocuklar bile göremezdi. Halbuki yeni yıllar ne güzel kutlanırdı eskilerde, polemiğine girmeden, daha doygun, mis gibi gecelerdi onlar ve biz tüketen insanlar onların tadını çoktan yitirdik, o tadı aramak da kimsenin 2007 ajandasında yazmıyor, ışıltılı pullu yılbaşı kartlarına yazacak adres yok, cep telefonu numarasıyla tanınır olduk, postacı amcaların insanları bu numaralardan tanıyacağı günü, pencerenin önünde beklemeyi özleyeceğiz. Kısa kollu dantelli robadan büzgülü beyaz bir elbisenin eşlik ettiği, bir çift koyu kırmızı rugan ayakkabının sabaha ulaştırdığı sevinçlere uzaktan bakıyoruz umarsız biraz huzursuz sisli gözlerimizle. Hiç gülmedik bu yıl da, annemizin isyanına rağmen tabağımızda bıraktığımız pirinç tanelerinin intikamıydı kuşkusuz bu gözyaşları. Ya da bize gülmeyi yalandan öğrettiler, kahkahaları sandık odalarına kilitleyip, anahtarı kızıl kor ateşte kalp kolyelere dönüştürdüler giderlerken, eksik olmasın yine de yanımızdan diye boynumuza takıverdiler. Hakikatin içine daldığımızda ise, dünya çoktan bu gerçeğin üzerine kurulmuştu, bizlere ikinci el idealler peşinde koşma şansı verildiği için şükretmeliydik. Ölümüne sevmeler, ölümüne çalışmalar, ölümüne dostluklar, ölümüne sevişmelerle, hayatta kalmaya çabalıyorduk kusursuz kazma darbeleriyle. Yanlızlıklarımıza daha bir şiddetle sarılıp, beklentisiz dilekler sıralayacağız küçük renkli kağıtlara, kişisel duraklarımızda bekleyip duracağız yola çıkmadığını bildiğimiz otobüsü, yüklemsiz öznesiz cümleler kuracağız sahte insanlarımıza, çok iyi becerdiğimiz yüzeysel gönülden kutlamalarla sıfıra ulaşacağız bu son gecede de. Hadi seslenelim bakalım sanki.

-Mutlu yıllar!

1 Comments:

Blogger ABİ said...

den den..

31/12/06 18:38  

Yorum Gönder

<< Home