Perşembe, Haziran 19, 2008

Ulaşmak...


Teneke kovaya dolan suyun şırıltısından başka ne duyduğum bir ses vardı o anda ne de dinlediğim. Dünya işleri içeriğinde yer alan para, kariyer, açlık, sevgi, yalnızlık vs bir çok hissiyat bir kenara çekildiler. Hiç bir şey düşünemiyordum, kilitlenmiştim akan suya bakıp. Kabristan da annemin mezarının başındaki selvi ağacını sulayacaktım. Kulaklarım uğuldamaya başladı, etraf alabildiğine sessizdi aksine. Kovayı alıp, bir gayretle anneme doğru ilerliyordum, uzaktan selvinin sararıp sararmadığını kontrol etmek istedim, mezardan gözlerimi kaçırırcasına. Yaklaştıkça selviyle ilgili bir sorun olmadığını, alt dallarda bir kaçının uç kısımlarının sarardığını fark ettim. Kovayı kenara koyduktan sonra, gökyüzü karardı ve annemin sol ayak ucuna doğru çömeldim ve bıraktım kendimi. Ona ulaşabileceğimi sanarak eğildim, toprağa iyice yaklaştım, usulca koyuverdim gözyaşlarımı. Sabahın erken saatlerinden beri akrabaların yanında kendimi zor tutup, çılgınca ve büyük bir istekle bu anı bekliyordum aslında. Onca kilometreyi aşmam bu sebeptendi. Kimsenin artık oturmadığı o güzel evimizde anneme yakın olabileceğimi sanma yanılgısıyla, evden de umutsuz yılgın bitkin ayrılmıştım. İşte yanındaydım artık, toprağa en yakın andaydım.



Küçük bir kız çocuğu olup, yanına gelmiştim her defasında. Sabahın erken saatlerinde serin olurdu memleketim ve evimizin önünde durup annemin pencerede beni beklediğini gördüğüm o anda, aynı anda dünyalar bir tarafa itilirdi. Kapı açılır, gülen bir yüz, ışıl ışıl mavi yeşil arası gözler ve sonsuza dek sarılmaya hazır kollar. Mutluluğun ve huzurun anlamına kavuştuğu anlardı onlar. Yıllarca devam etti böylece her defasında artarak.



Bahçe kapısından girdiğim anda ağaçların arasını otların kapladığını, güllerin ve zambakların kurumaya yüz tutmuş yabani otların arasında kaybolduğunu görmek, gerçeği apaçık ortaya seriyordu. Her zaman tertemiz olan ve akşamüstlerinin tarifsiz lezzette çaylarını içtiğimiz kanepenin bulunduğu beton zeminde, kurumuş yapraklar, toprak kalıntıları birikmiş ve iz yapmıştı koyu renklerde.

Duvarlarda bir rutubet, bir yalnızlık ve bir boşluk. Öğle sıcağı, hissettirmeye başlamıştı kendini bizim oralarda.

2 Comments:

Anonymous Adsız said...

ben de mart ayından beri bu acıyı taktım yüreğime bir rozet gibi...


Anlıyorum seni, boğazımda bir yumruk, bir şey diyemiyorum

20/6/08 00:11  
Blogger deepness said...

unutmak, acıya alışmak bir ihanet gibi witness. bundan korkuyorum. bu acıyı ilk günkü coşkusuyla içimde taşımak istiyorum.

24/6/08 10:29  

Yorum Gönder

<< Home