Cuma, Ekim 31, 2008

Haksızlık bu.

Birini arayabilmek, dünyanın en büyük özgürlüklerinden belki de. Herhangi bir saatte, hiçbir engelin, karşında duramadığı bir anda, ona ulaşmak. Ulaşabilme rahatlığı. Sakin, konuşmak zorunda olmadan, fincanda yarıya gelen ve tam içebilme ılıklığına gelmiş kahveden bir yudum alırken duyduğum rahatlık gibi. Ya da ılık rüzgarın, açık pencereden odaya girerken, bahçedeki yaseminlerin kokusunu da beraberinde getirdiği anda hissettiğim huzurvari bir tat gibi.

Konu şu ki, artık kimse kimseye mecbur değil ve ihtiyaç duymamaya da başladık. Böyle bir durumda oldu da birini aramaya teşebbüs ettiğinde, sağlanması gereken pek çok kriter gündeme geliyor. Cevaplar “evet, sanırım, olabilir, aynen” şeklinde geliyorsa, her şey yolunda demektir.

Diğer taraftan düşündüğünde, cevapların hepsi birer paranoya olabilir, kendi kuruntuların da olabilir. Zihnimizde pek çok olayı yaşama becerimiz var olduğu gibi, hissettiklerimiz de yok olabiliyor.

Kimseyi aramak özgürlüğüne sahip değiliz. Beklentilerimiz olmamalı. Hayat artık çok temel ve rasyonel. Detaya inenler biraz yorulacaklar, irdeledikçe yıpranacaklar, sonu gelmez dehlizlerin içinde soru işaretleri peşinde koşacaklar. Seçim kendilerine ait elbette.

Bu dolaylarda, söz konusu tespitlerde bulunan zihinler mevcut olduğu gibi, başkalarının hayatına olduğu gibi girivermeye çalışan, mesafeleri yok eden, sınırları bata çıka geçen, arsızlığa, yüzsüzlüğe işi vardıran, kontrolsüz, düşüncesiz bir güruh da kendini gündeme getiriyor ürküterek. Güven hissi, vukuu bulduğunda, kristal fanuslara konacak raddeye geldi. Gün geçtikçe incelikler, nezaketler, bir bayram sabahındaki Türk kahvesinin yanındaki lokumun tadı, komşuya geçiliveren sabah sohbetleri, saygının ve içtenliğin hüküm sürdüğü ikili yakınlıklar ve güzelliklerin haklı olarak zamana yayılması. Anlam bulan ve paylaşılan her olayda, yaşamdan alınan tat, ruha yansıyan memnuniyet. Düşünmeye ve hissetmeye zaman ayırmaya zaman kalmadı. Hepsi de kayboldu, rastlamak imkansıza yakın.

Sakın, kimse kimsenin çizgisine yaklaşmasın, yaşı küçük diye, cinsiyeti kadın diye, yaklaşmaya hakkınız yok. Ha, kötü niyetlilerin engel tanımadığını, cinsiyet ayrımı da yapmadıklarını biliyoruz. Nasıl yetiştikleri, ne istedikleri, muallakta. Nefes aldıkları havaya yazık. Yedikleri ekmeğe ihanet etmek, ruhlarına işlemiş.

Artık cezamızı bekleyebiliriz. Güzellikleri tükettik. Umutlar yokolalı epey oluyor.




(Nerdeyim ben? ) (beni arasan...)

2 Comments:

Blogger ABİ said...

çürümeyi o kadar güzel ifade etmişsin ki..

1/11/08 10:05  
Blogger Bâd-ı Sabâ said...

"Artık cezamızı bekleyebiliriz. Güzellikleri tükettik. Umutlar yok olalı epey oluyor."

@ Deepness

Bir umut olmalı. Belki, son bir umut. Yanılıyor olabilirsin.

Belki de, aradığın her ne ise, orada değil, başka bir yerde.

Onu bulmak; aradığına (aradığımıza) değecek mi peki. Bu da var?

* * *

Pes mi edelim.. yoksa, devâm mı diyelim?

Gördüklerimiz yetmiyor mu acaba? Daha fazla mı yenilmek gerekiyor, bitirmek için.

* * *

Devâm mı, tamam mı?

Zor bir soru, vesselâm.

Savaşın, ne uğurda verileceği, belli değil bir dünya (!)

K. Mızrak

2/11/08 10:43  

Yorum Gönder

<< Home